Osmanlı coğrafyasında 550 yıl yer almış olan Makedonya, gelenekleri, yemek kültürü, çarşısı pazarı, mimarisi, insanının ilgili davranışlarıyla sanki bizden biri, sanki Anadolu topraklarının uzantısı gibi hissettiriyor hepimize. Öyleki şehrin karmaşası, trafiği, yolların az bozukluğu, mimari görüntü kirliliği ile diğer Avrupa kentlerinin düzenli ortamını bulamayacağınız bir ülke. Tabi bazı şehirleri, ki bence Ohri diyebilirim sadece, farklılar ama o standartta değiller. Bu güzel coğrafya ve kökleri Anadoluya dayanan tarihiyle Makedonya Gezilecek Yerler listesine özellikle çocuklarla beraber görmeye değer yerleri not ettim. Yazının ilerleyen bölümlerinde gezilecek yerler için haritada hazırladım, aşağılarda bulabilirsiniz.

1993 yılında bağımsızlığını kazanan Makedonya, sadece iki milyon nüfusa sahip. Dağlık bir coğrafyanın bizi beklediğini bilmiyordum, yolculuk esnasında otobüsün önünde oturarak tüm o doğa güzelliğini keyifle seyrederek şehirlerarası gezdim. Sar dağları, göller, nehirler ve sonbaharın dokunuşlarıyla tüm renk tonlarını görebileceğiniz ormanlar… Sanki Karadeniz gibi ama değil, daha sıcak daha yakın. Bazen ne tarafa dönüp seyredeceğinizi şaşırdığınız manzaralar var, açıkçası ben foto çekmekte coştum.
Osmanlı notaları bu coğrafyaya o kadar çok değmişki, nereye dönseniz cami, tekke ve Türk mahalleleri yer alıyor. Ama bu kadar çok mekanı çocuklarla gezmek sıkıcı olabilir. O yüzden Makedonya Gezilecek Yerler listesine ailecek keyif alacağınızı düşündüğüm lokasyonları şehir bazında dahil ediyorum. Internette araştırınca karşınıza birçok değerli eser ve mekanlar çıkabilir, eğer ilginizi çekiyorsa listenize ekleyin derim.

İçindekiler
Makedonya Gezilecek Yerler
Kalkandelen
Kalkandelen yani Tetova şehri Üsküp‘ten bir saatlik mesafede yer alıyor. Şehirde genel olarak görülmeye değer pek birşey yok. Hatta oturup birşeyler atıştırıyım, kahve içeyim diyeceğiniz düzgün bir mekanda yok. Peki öyleyse neden burayı Makedonya Gezilecek Yerler listesine ekledim? Sebebi; Alaca Cami.

Alaca Cami
Çok şaşıracaksınız ama bu caminin mimarları, 1438 yıllarında Anadolu’dan kalkıp Kalkandelen‘e gelmiş Hurşide ve Mensure kardeşler. Cami kutu gibi, küçük, ama dışına baktığınızda bir patchwork havası veren mimarisiyle meraklandırıyor. Dışı böyle olan bir yapının içi nasıl olur sizce? İstanbul‘un her semtinin manzaraları, Mekke ve Medine‘nin resimleri, tüm tavana, cam kenarlarına, kolonlara zarif bir şekilde nakşedilmiş. Alaca Cami, kadın ruhunun en zarif yönlerini almış nadide örnek mabedlerden.
Zerafet, kutsallık, huzur bir caminin size hissettireceği en önemli değerler. Alaca Cami’nin bahçesi huzur dolu, güller, ağaçlar ve dinlenebileceğiniz banklar. Hurşide ve Mensure kardeşler hayatlarını bu camiye vakfetmişler ve tabiki buranın gölgesinde ebedi istirahatlerindeler. Yaşamlarının anlamını bu şehirde ve cami inşasında bulan bu kahraman hanımlar için dua etmeden geçmedik tabi. Rahmet içinde olsunlar.
Alaca Caminin hemen karşısında bir yapı daha var, zaten anlarsınız Osmanlı mimarisi. Burasıda hamam olarak inşa edilmiş, İsa Bey hamamı olarak geçiyor, küçük bir not merak edenlere.
Yolunuzu artık acıkmış olan minik gezginler için Bakal Restorana, oradan da Ohri‘ye doğru yönlendirmenizi öneririm.

Harabati Baba Tekkesi
Eğer vaktiniz varsa ve tekkeleri merak ediyorsanız, Makedonya’da görebileceğiniz en güzel örnek olan Harabati Baba Tekkesini ziyaret edebilirsiniz. Derviş Abdülmüttalip Bey, Makedon olmasına rağmen Türkçeyi çok güzel konuşuyor. Tekkeye dair, yada yapılan ibadetler hakkında bilmek istediğiniz herşeyi sorabileceğiniz ve öğrenebileceğiniz bir din adamı. Herkesi güleryüzü, samimi içten davranışları ve şekerleriyle ağırlıyor.
Harabati Tekkesinin birde farklı bir geçmişi var. Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Mahidevran’ın kardeşi Ali’nin burayı kurmuş olması. Aslında “vur patlasın çal oynasın” bir hayat yaşayan Ali, bir gün ne oluyorsa derviş olmaya karar verir. Herşeyden vazgeçen Ali’ye, Kanuni “sersem” lakabı takar. İşte sersemin Makedoncası olan Harabati sözcüğüyle tekke o gün bugündür adlandırılıyor.

Kocacık Köyü
Kalkandelen‘den 2 saatlik bir yolculukla ulaştığınız Kocacık ufacık bir Türk köyü, varsa varsa 8-9 hane vardır.
Neden gitmeliyiz diyorsanız? Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi’nin baba evi burada.
Ali Rıza Efendi’nin babası ve annesinin mumyadan yapılmış heykellerini, o zamanlar günlük hayat ve işlerinin nasıl olduğunun temsili gösteriliyor. Küçücük bir köy, belki o dönemlerde çok daha fazla hane vardı. TİKA tarafından ele alınan evi eğer zamanınız uygunsa ziyaret ederek destek verin. Ev genelde kapalı, ama giriş için kapıdaki telefonu arayabilirsiniz. İlgili olan kişi ev ve köyle ilgili bilgi veriyor. Ücret olarak 100 dinar civarında para bırakabilirsiniz.
Haydi şimdi Ohri‘ye!

Ohri
Ohri, Makedonya‘nın en büyük yerleşimi ve nüfusu olan sekizinci büyük kentidir. Tarihi MÖ 4. yüzyıla kadar dayanır. Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının birer parçası olmuş bu şehrin dar sokaklarını gezerken o muhteşem dönemlere ait izlere rastlarsınız. UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan Avrupa‘nın en eski ve en derin krater gölünün olduğu Ohri, Makedonya‘nın sayfiye şehirlerinden. Cıvıl cıvıl meydanı, Safranbolu havası estiren evlerin oya gibi dizildiği dar sokakları, gölü çepeçevre saran dağların manzarası, üç ülkeye sınır olan özelliği, Kiril alfabesinin burada doğuşu ve o muhteşem gündoğumuyla Makodonya Gezilecek Yerler Listesinde ilk sırayı almayı hak ediyor.
Önemli not! Seyahat planınızda Ohri‘yi merkez olarak düşünüp, çevredeki önemli yerleri gezmeye gidebilirsiniz.
Ohri Gölü
Gölün turkuaz rengindeki suyu, o kadar temizki içesiniz geliyor, ki zaten önceki yazımda içebilirsiniz demiştim. Keşke hava sıcakken gelseydik, çünkü burada yüzmeyi çok isterdim. Artık gidenlerden nasıl olduğunu öğrenmek isterim, aramızda tecrübe eden varsa yorum bırakabilir mi? UNESCO koruması altında olması sayesinde, gölü çevreleyen ülkeler ve gölü oluşturan tüm kaynaklar ve çevresinde ne varsa, doğayı bozmayacak şekilde dikkat edilerek düzenleniyor. Mesela kaynağın kaynağının çevresinde kesinlikle bir fabrika olamaz. (Hiç bizim anlayışımızda değil, çok yanlışlık cık cık cık )
Eğer gölü merak ediyorsanız Ohri merkezdeki limandan bir tekne kiralayarak gezebilirsiniz.

Su Müzesi- Water Museum (Bay of Bones)
Ohri‘den Sveti Naum‘a giderken yol üzerinde bulunan bu enteresan müzeyi çocuklarla mutlaka gezmelisiniz. MÖ 1200‘lerde kendilerini yaban hayvanlardan ve başka kabilelerin saldırısında korumak amacıyla suyun üzerine kurulmuş kerpiç evlerden oluşan bir balıkçı kabilesinin yerleşimini temsilen gösteren bir çeşit müze burası. İlginç olan su üzerindeki bu evlere erişilmesini önlemek için köprü bağlantısının akşamları kaldırıldığı düşünülüyor. Ayrıca bu bölgede daha önce böyle bir yerleşim alanı olduğu düşünülen batıktan çıkarılan buluntuları da su müzesinde inceleyebilirsiniz.
O zamanlarda yaşayan insanların günlük hayatlarında neyle uğraştıklarını, nasıl bir yerde uyuduklarını, neye inandıkları ve neyle geçindiklerini canlandırmaya çalışmışlar. Önerim buraya sabah erken mesela saat 10 sularında gelmeniz. Çünkü sonrasında turist otobüsleri akınına uğruyor. (En fazla 1 saatte gezilecek bir mekan.)
Not: Manzara muhteşem, mutlaka burada ailece fotoğraf çekilin. Bence çocuklarında en sevecekleri yer olacaktır.

Sveti Naum Kilisesi
Sveti Naum Kilisesi, Water Museum‘a yakın bir mesafede, aşağı yukarı 15 dakika içinde varıyorsunuz.
Makedonya Gezilecek Yerler listesinde önemli bir yeri olan Sveti Naum Kilisesi’nin tarihi önemi ve Ohri Gölüne kaynak olan pınarların bulunmasıyla güzel bir turizm tesisi haline getirilmiş. Otoparkı mevcut ve tabiki girişlerde ücret ödüyorsunuz. Ayrıca alandaki restoran ve kafelerde keyifli dinlenme molası verilebilir.
Kiril alfabesini bulan Aziz Naum‘a ait izleri ziyaret edebilirsiniz. Muhteşem bir kilise ve manzarası sizi karşılıyor. Ayrıca Aziz Naum’un ölmesine rağmen kabrinde hala kalbinin attığını biliyor musunuz? Evet, yanlış okumuyorsunuz, kalbinin attığını duyan birçok insan var ve bunu onaylıyorlar.

Ohri Gölünün şüphesiz hala tertemiz olmasındaki en büyük sebep koruma altında olması. Makedonya bence bu işi çözmüş. Sveti Naum‘a geldiğinizde mutlaka sandallara binip, gölün kaynaklarını görmelisiniz. Su kaynağı ve flora örtünün bozulmaması adına, kayıklar kürek çekerek hizmet veriyorlar. Gölün içinde kaynayan su pınarlarını, kuşlar ve ördekleri, çevredeki yeşil örtünün büyüleyici güzelliğine hiç dokunulmamış. Çocuklar için bambaşka bir deneyim olacak sandal turunu kaçırmayın.
Burası bende farklı hisler doğurdu. Çok özel bir mekan ve buradaki oteli bilseydim en azından bir gece kalmak isterdim. Eğer sizde benim gibi düşünüyorsanız, konaklama yapabileceğiniz otelleri yazdığım ve haritada işaretlediğim Makedonya Gezi Rehberime bir göz atmanızı öneririm.

Ohri Tarihi Sokakları ve Antik Tiyatrosu
Ohri çarşısı içinden yürüyerek tarihi sokakları gezmeye ne dersiniz? Başlamadan önce merkezdeki Uluçınar ağacını görmelisiniz. Türk çarşısının bitişinde yer alan 800-900 yıllık ağacı görünce şaşıracaksınız. Çınar, şimdilerde desteklerle ayakta duruyor. İçinde yer alan oyuk o kadar büyük ki, denilene göre zamanında burada bir berber dükkanı varmış 🙂 Hemen buranın yakınında Osmanlı izlerinden ayakta kalmayı başaran Ali Paşa Camii‘ni ziyaret edebilirsiniz.
Arnavut kaldırımlı dar sokakların arasından biraz yokuş yukarı yürüyerek kale surlarının içindeki Ohri Antik Tiyatrosuna ulaşıyorsunuz. Bu nokta Ohri Gölü ve ufkunu seyredebileceğiniz en özel yerlerden ( günbatımını seyretmek lazım). Temmuz ayında gerçekleşen festivalde buralar daha kalabalık oluyormuş. Zaten yaz mevsimi gelince, pansiyonlar dolup taşıyormuş. Aynı bizde olduğu gibi okullar kapanınca sayfiye yerlerinde tutulan sezonluk dairelerde turistler sezonun keyfini çıkarıyorlarmış.
Önemli not! Karavancılara duyurulur, göl çevresinde konaklama yapabileceğiniz alanlar yer alıyor, bilginiz olsun.

Meryem Ana Peribleptos Kilisesi
Ohri‘de neredeyse her mahallede bir kilise sizi karşılıyor. Meryem Ana Peribleptos Kilisesi‘de içinde yer alan minyatür gravürleri, kırmızı kiremitten döşenmiş binası ve bahçesinin bulunduğu manzarasıyla çok fotojenik bir nokta göründü gözüme. Ayrıca evlenecek çiftlerin burada fotoğraf çekilmesi de çok hoş. Kilisenin bahçesinde kalan arkadaki alanda taştan bir bina göreceksiniz. Size burası birşeyler anımsattı mı? Ortodoks Kilisesi İdari Binası olarak kullanılan bu derli toplu bina aslında Osmanlı döneminde askeri lise olarak kullanılmış. Evet şimdi mimari duruşundan İstanbul’da Nişantaşı ve çevresinde yer alan o binalarla benzerliğini fark ettiniz değil mi? Eğer kiliseyi ziyaret ederseniz bu tarihi Osmanlı binası önünde de ailecek bir foto çekilmeyi unutmayın.

Ohri Kalesi
Ohri Meydandan yukarıya kaleye doğru yürüdükçe, Madrid‘e yakın olan Toledo ya da Budapeşte Balıkçı tabyası civarlarında yürüdüğümüz o tarihi sokaklardaymışım gibi hissettirdi. Kiliseler, manastırlar, arnavut kaldırımlı dar sokaklar ve tatlı nostaljik Osmanlı evleri, kale duvarları ve kapılarıyla anlamlı bir bölge burası da. Eğer iyi ele alınırsa Toledo’da yaratılan turizm kapasitesi burada yaşatılabilir. Bu kadar yol yürümüşken Ohri Kalesini de görelim diyorsanız aşağıya bıraktığım haritadan lokasyona yürüyebilirsiniz. Bizi gezdiren seyahat acentesiyle turumuzu gerçekleştirince burayı görmeden pas geçtik. Aslında çok görülesi bir yer olsaydı, rehberimiz bizi mutlaka orayada çıkarırdı 😉 Kale meraklıları yinede kaçırmasınlar diye buralara not düşüyorum.
(Toledo’yla ilgili yazımı hala bloglayamadım, umarım bu sene paylaşacağımdırrr. )

Aziz Kliment ve Sv Panteleymon
Eski şehrin içinden ve sur kapılarının sınırından yürüyerek Aziz Kliment ve SV Panteleymon kilisesi bölgesine ulaşıyorsunuz. Şu anda Aziz Kliment Kilisesi halka açık ve ziyaretçi alıyorlar. Burası çok eski hatta pagan döneme kadar gidebilecek bir tarihi alan. Osmanlı burada yer alan kiliseyi yıkıp yerine cami yapmış. Ancak bu izlerde yeni yönetimle silinerek yerine eski kilise ve manastırın temelleri üzerine Klement Üniversitesi inşasına başlanılmış. Tabi bu aslında çok büyük bir tahribat ama en azından kilise görsel olarak kalmış. Kliment Kilisesinin bahçesinde kocaman bir su havuzu yer alıyor. Burasıda vaftiz törenlerinde kullanılan bir alan.

Sv. Yovan Kaneo Kilisesi
Yamaçta Ohri Gölü manzaralı ve “Yağmurdan Önce” filminin son karesinde yer alan Sv. Yuvan Kaneo Kilisesi, Ohri‘de görülmeden dönülmesin diyeceğim bir abidedir. Manzarasıyla, mimari estetiğiyle ve dini bir yapının sağladığı huzur ve bahçesinde ailecek keyif alacağınız dinlenme alanlarıyla anılarınızda yer alcağından emin olduğum bir mekan.
Aziz Kliment‘i gördükten sonra ormanlık arazi içindeki patikadan yürüyerek Sv. Yuvan Kilisesine ulaşmanız mümkün. Ancak özellikle pusetli aileler için önermeyeceğim bir yol burası. Google haritaları açıp meydandan devam ederek sahile yakın sokaklardan 14 dakikalık bir yürüyüşle de muhteşem manzaralı bu kiliseye ulaşabilirsiniz.
Başka bir durak önerisi: Pelikan Adası (Gram Grad) Pelikan, karabatak, tavşan, kaplumbağa ve yılanları gözlemleyebileceğiniz doğal örtüsü bozulmamış bir ada olan Pelikan adasını maceracı ailelere tavsiye ediyorum. Tur alarak bir rehber eşliğinde gezebilirsiniz, öneri için buraya bakabilirsiniz.

Resme
Sabah kahvaltısının ardından yolumuzu bir saat uzaklıkta olan Resne’ye çevirdik. Buradan Manastır sonrasındaysa Üsküp‘e akşama doğru varış planlandı.
Resneye neden gidiyoruz? Resneli Niyazi‘yi aranızda duyan var mı? Belki tarih dersinden hatırlarsınız. İttihat ve Terakki‘nin en önemli üç simasından biri olan Resneli Niyazi‘nin evini ve yaptırdığı belediye binasını görmeye gidiyoruz.
Ohri– Resne arasında yol manzaraları müthiş, doğanın en güzel renkleri… Resne’ye yaklaşırken geçtiğiniz yerlerde elma bahçeleri göreceksiniz. Bu köylerde mutlaka durup, kırmızı elmalardan almanızı öneririm. Pamuk Prenses masalındaki o büyük kırmızı elmayı buldum inanın, ama tadı da o kadar efsane… Sanırım en son çocukluğumda böyle güzelini tatmıştım.
Resneli Niyazi’nin belediye başkanlığında yaptırdığı belediye binasını ziyaret ediyoruz. Etraf sessiz, kimsecikler yok. Bahçenin kapısında bir çocuk magnet satıyor. Hemen alıyoruz, ismi Osman, çok güzel Türkçe konuşuyor, Resneli. Şimdilerde tadilatı yapılmış olan binada, pekçok ulustan sanatçının eserleri sergileniyor.

Enteresan bir bilgi veriyim; belediye binası mimari olarak Avrupa’daki benzerlerini geçer. Tabi bakımsız ama o kadar da güzel. Meğerse Niyazi bey, Paris‘ten kendisine gönderilen bir kartpostaldaki binayı çok beğenir ve mimara bunu yaptırtır. İşte o nedenle etraftaki en güzel yapı olarak kalmış, birde kendi evi de o kadar elegant. Belediye binasına arkanızı dönün yolun karşısında, sol çaprazda kalan binayı görüyor musunuz işte orası… Artık ev sahipleri tabiki Resneli Niyazinin akrabaları değil. Ama biz kapıyı çaldık, sıcak bir karşılama ve hikayeler anlatıldı. Sanırım en özel anlardan birini yaşadık.
Şimdi yolumuz Manastır‘a Atatürk‘ün okuduğu sıraları görmeye…

Manastır (Bitola)
Resne‘yi gezip gördükten sonra yarım saatlik bir yolculukla Manastır‘a varıyoruz. (Makedon ismi Bitola) Atatürk’ün mezun olduğu Askeri İdadi’yi ve buradaki Atatürk Müzesini ziyaret ediyoruz. (Buranın karşısında genişçe bir otopark yer alıyor) Binanın ilk merdivenlerinden çıkınca büyükçe bir tuvale 1880 lerin Manastır şehri resmedilmiş. Ayrıntıları rahatlıkla seçebileceğiniz bu dev resmi mutlaka inceleyin.
Daha sonra ünlü Şirok (Shirok) caddesinde yürüyoruz. Burası Manastır‘ın İstiklal Caddesi sayılır. Tabi gözünüzde büyümesin, ama gayet şık kafe ve restoranlar, mağazalar yer alıyor. Cafe Aero‘da oturup şehri seyredebilirsiniz. (Makedonya Gezi Rehberinde lokasyonu bulabilirsiniz.)
İlk açılan sinemayı, Osmanlı’dan kalma birkaç cami, heykeller, Atatürk’e aşık olan Makedon hanımın oturduğu evi, Katolik kilisesini ve saat kulesini görebilirsiniz. Caddenin sonundan karşıya geçin. Burası ve arka sokakları aslında eskiden Yahudi mahallesiymiş, taaaki Naziler gelinceye kadar.

Atatürk‘ün okuduğu okul, talim yaptığı askeri avlu, yaşadığı hatta gezindiği sokakları gezmek ve onu anmak güzeldi.
Haydi yine yollara Üsküp (Skopje) bizi bekliyorrrr.

Üsküp
Sabahın ilk ışıklarıyla kaldığımız otelden Türk mahallesine doğru yürümeye başlıyoruz. Önce Gazi İsa Bey Camii, Saat kulesi, Hünkar Camii, Üsküp Bitpazarı ve Türk çarşısını dolaşıyoruz. Öğlen yemeği olan köfte ve kurufasulyelerimiz alıp, Üsküp’te hızlıca bir gezi yapıyoruz.
Kurşunlu Han, Mustafa Paşa Camii, Sultan Murad Camii, Osmanlı Postanesi ve UNESCO korumasında olan Sv. Spas Kilisesini ziyaret ediyoruz. Burası yalnız mutlaka görülecek yerlerden, sakın kaçırmayın. Kilisenin bir duvarı kadar yükseklikteki ceviz ağacından yapılmış bir tahta oyularak hristiyanlıkla ilgili hikayelerin tasviri yapılmış. Şimdiye kadar gördüğünüz kiliseleri veya tahta oymaları unutun. Bu eseri görünce nutkunuz tutulacak. İnsanoğlunun kesinlikle sabrı, aklı ve yeteneği çok büyük.

Üsküp‘te yoğun bir Türk nüfusu olması sebebiyle Tefeyyüz İlkokulu, Makedonya devleti tarafından açılmış. Öğrenciler bu okulda dersleri Türkçe görüyorlar. Okula giriş iznimiz önceden alındığı için, koridorları da dolaşabildik. Duvarlarda Türk büyüklerinin resimleri, önemli sözleri, Türkçe atasözleri asılıydı. Öğrenciler terbiyeli ve aklıbaşında. Güzel, temiz ve kaliteli bir okul. Eğer zamanınız olursa gidip görmenizi öneririm. Aslında yanımızda kitap götürüp bıraksak çok faydamız olurdu 😉 ◊Haritada işaretli↵
Buradan çıkınca ilginizi çekerse Yahudi Soykırım Müzesi ve Arkeoloji Müzesini zamanınız varsa ziyaret edebilirsiniz. İki müzenin de bulunduğu meydanda İskender’in babası 2. Philip‘in kocaman bir heykeli yer alıyor.

Üsküp şehrinin sembolü ve Osmanlı’nın imzası olan Taşköprünün üzerinde yürüyoruz. Köprünün altından yüzyıllardır akıp geçen Vardar Nehrinde günbatımı mutlaka seyredilmeli. Budapeşte‘deki gibi nehir kenarları ıslah edilirse, günbatımında turistleri çekebilecek keyifli bir alan olur, benden söylemesi.
Köprüden karşıya geçince büyükçe bir meydan sizi bekliyor ve tabiki atın üzerinde şahlanan İskender. Bu meydan şehrin daha modern yanı olarak karşımızda duruyor. Kafeler, restoranlar, caddeler sanki daha Avrupalı. Köprünün diğer tarafıysa daha Osmanlıdan kalma… Hele Türk çarşısında sağ sol kuyumcu dolu 🙂
Eğer zamanınız varsa Üsküp şehri ziyaretinizi 2 gece kalmalı olarak ayarlamanızı öneririm. Uçağımıza yetişebilmek için biraz hızlı bir tur yaptık ama burada daha uzun kalmak isterdim.

♦Tikveş diye bir bölge daha var. Burası Vardar Nehrinden uzanan bir kolla küçük göleti olan toprakları verimli bir köy. Özellikle bağcılık ve şarap konusunda ünlenmiş olmasına rağmen, şimdilerde buraya yakın Stobi Antik Kentini ve Mozaiklerini görmek isteyen turistlerin uğrak yeri olmuş. Aşağıda yer alan haritaya antik kenti ve gidilebilecek restoranı ekliyorum. Çevrede daha farklı konseptlerde hizmet veren gusto restoranları mevcut. Haritada yorumları okuyup isterseniz uğrayabilirsiniz. ( Bizim ekipte “Tikveşli” yoğurtlarının sahibini tanıyan bir hanım vardı. Evet gerçekten onların memleketi burasıymış, o hanımın dediğine göre. Sanırım hepimizin aklına gelen bir sorudur diye bu bilgiyi ekledim )

Rumeli’nin kalbine yaptığımız yolculukta güzel arkadaşlıklar ve tatlı anılar biriktirdik. Kültürüyle, yemeğiyle, Osmanlının izleriyle, doğanın büyüleyici manzarasıyla, ezgileri ve tarihiyle Anadolu‘nun hala bir parçası olan Makedonya, çocuklarla gezilecek yerler arasına girmeyi hakediyor. Hele şu sıralar pasaportla bir yere gitmek pahalı ve zor şartlar dahilindeyse, Arnavutluk, Bosna Hersek, Karadağ’ı sırayla gezmek zamanıdır.
Öyleyse, herkese bir sonraki yazıma kadar bol gezmeli günler dilerim.
Sevgiyle kalın, seyahatsiz kalmayın 😉

